13 Şubat 2013

...Ruhumu Asla !


Yeni dünya müziğinde elektronik havanın, yapay müziğin, ritimlerini bilgisayarın şekillendirdiği,  tüm müzik aletlerinin çıkardığı notaları içine alan, istinasız mükemmel bir şekilde taklidini yapan, taklidiyle yetinmeyip üstüne de komalarıyla birlikte yeni şeyler üretebilen “kutu” müziğinin tartışması hala sürüyor bazı taraflarda. Bu çağın vazgeçilmezi “hızlı tüketim” zincirinin bir halkası gibi anlık değerlerde yerini buluyor en azından. Eleştirilere de takılsa, ticari kaygıdaki yetememezliğin açığı en azından bilgisayar desteğiyle de bir güzel kapatılıyor. Riflerin ve geçişlerin yetmediği yerde, sözlerin lirikleşemediği, yaratıcılığın açlığını elektronik yapı çok da güzel süslüyor, basitliğini perdeliyor (saf bir basitlik değil sözünü ettiğim). Birçok müzik tarzı bununla birlikte “besleniyor, değişime uğruyor ve renk katıyor” cümleleriyle bilgisayar desteğini kabul eder durumda. Popülerliği ve kolaylığıyla da elektronik müzik inşası kendi özel alanında görünürlüğünü ve biçimini kazanıyor haliyle. 

“Tarih tekerrürden ibarettir” derler. Referans alınan geçmiş deneyimler ve örnekler, yenide değişen şeylerin arkaplanı gibidir. İşte 60’lı yıllarda rock müzik için de  eleştiriler ve sorular vardı. “Rock müzik bir sanat mıdır?” sorusu küçümser usluplarda bilir kişilere (gelenekçilere, etnik müzik icra edenlere, elitlere, salon müziği ve klasik müzik tutkunlarına) soruluyordu. Devamında “rock müzik kültür müdür?” sorusu şekillendiriliyordu. Protest tavrı, gerçeği ve melankoliyi dışa vuran bu müzik bir çok çevreyi rahatsız ediyordu tabii. Nereden bakarsan bak bir ruhu ve karakteri olduğu kesindi rock müziğinin.

Fakat bu tartışmaların; rock müziğinin yerini bulması ve inşasının elektronik müzik ile bağdaşacak ya da benzer paralellikte gidecek bir yanı yoktur. Elektronik müzik karakteri olmayan, aslında  karakterler üzerine taklidi yapılmaya çalışılan bir “şey”dir zannımca. Elektronik oluşum o eski-yeni fantastik hikâyelerdeki, filmlerdeki hatta cizgi filmlerdeki “senin güçlerini kendime alıyorum, ha ha ha…”  sekansı bana gerçek gibi gelmiyor.  Haz da almıyorum lan zaten! He! Bazen güzel mi? –Evet, güzel..-Bazen oluyor…  Ama benim gibi rock müptezeline gelmez bu işler… Biz hala üzgün, hala çok kızgınız bebeğim. Ben gitar riflerini, ritimlerini duyacağım, inişleri çıkışları ahengi bulacağım.. baterinin coşkunluğunu, her şeyi önemsizleştirdiğini,kırıp döktüğünü göreceğim.. vokalin çaresizliğini-öfkesini hissedeceğim..  Sen dersen ki tüm sesleri içime alıyorum, hepsi benim belleğimde.. ben de sana o zaman türk filmlerindeki efsane repliği söylerim “bedenimi alabilirsin ama ruhumu asla” Her ambiyansı yaratırmış bu elektronik müzik.. Eğilimliymiş!.. Müziğin orospusu hadi ordan! Ruhun nerede senin…

Yine de tüm eleştirilere rağmen elektronik müzik  yerini bulacak, taraftarı ve seveniyle yoluna devam edecektir tabiiki. Bundan şüphem yok. Kendi içinde de değişecek: tarzlarını yaratacaktır (ki hali hazırda bunu hemen yapmaya başlamıştır yapısı gereği: ne de olsa beslendiği, taklit ettiği “müzik”tir. Bunu da paradoks haline getiren, sanrılaştıran, elektronik yapının iğrenç gizemidir).

Neyse…

Asıl mesele bu değildi zaten. Küçük bir şey paylaşacaktım sizlerle..
 Tamam.. uzatmıyorum daha fazla..
 Gelgelelim uzun zamandır yeni dinlediğim parçalar arasında beni bu kadar heyecanlandıran çıkmamıştı. Bir rock sever olarak eskilere gitmeyi, keşfetmeyi-öğrenmeyi (yeniye olan umutsuzluktan) deniyordum son yıllarda. Bir şarkıyla karşılaştım ve güzel geldi. Hem de bu zamanda, bu kuşaktan… Eskilere, 60’ların 70’lerin ingiliz, amerikan rock gruplarına selamları çakmışlar.

Hepsi bu!




Hiç yorum yok: