Yeni dünya müziğinde elektronik havanın, yapay müziğin, ritimlerini bilgisayarın şekillendirdiği, tüm müzik aletlerinin çıkardığı notaları içine alan, istinasız mükemmel bir şekilde taklidini yapan, taklidiyle yetinmeyip üstüne de komalarıyla birlikte yeni şeyler üretebilen “kutu” müziğinin tartışması hala sürüyor bazı taraflarda. Bu çağın vazgeçilmezi “hızlı tüketim” zincirinin bir halkası gibi anlık değerlerde yerini buluyor en azından. Eleştirilere de takılsa, ticari kaygıdaki yetememezliğin açığı en azından bilgisayar desteğiyle de bir güzel kapatılıyor. Riflerin ve geçişlerin yetmediği yerde, sözlerin lirikleşemediği, yaratıcılığın açlığını elektronik yapı çok da güzel süslüyor, basitliğini perdeliyor (saf bir basitlik değil sözünü ettiğim). Birçok müzik tarzı bununla birlikte “besleniyor, değişime uğruyor ve renk katıyor” cümleleriyle bilgisayar desteğini kabul eder durumda. Popülerliği ve kolaylığıyla da elektronik müzik inşası kendi özel alanında görünürlüğünü ve biçimini kazanıyor haliyle.
“Tarih tekerrürden ibarettir” derler. Referans alınan
geçmiş deneyimler ve örnekler, yenide değişen şeylerin arkaplanı gibidir. İşte
60’lı yıllarda rock müzik için de
eleştiriler ve sorular vardı. “Rock müzik bir sanat mıdır?” sorusu
küçümser usluplarda bilir kişilere (gelenekçilere, etnik müzik icra edenlere,
elitlere, salon müziği ve klasik müzik tutkunlarına) soruluyordu. Devamında
“rock müzik kültür müdür?” sorusu şekillendiriliyordu. Protest tavrı, gerçeği ve
melankoliyi dışa vuran bu müzik bir çok çevreyi rahatsız ediyordu tabii.
Nereden bakarsan bak bir ruhu ve karakteri olduğu kesindi rock müziğinin.
Fakat bu tartışmaların; rock müziğinin yerini bulması ve
inşasının elektronik müzik ile bağdaşacak ya da benzer paralellikte gidecek bir
yanı yoktur. Elektronik müzik karakteri olmayan, aslında karakterler üzerine taklidi yapılmaya
çalışılan bir “şey”dir zannımca. Elektronik oluşum o eski-yeni fantastik hikâyelerdeki,
filmlerdeki hatta cizgi filmlerdeki “senin güçlerini kendime alıyorum, ha ha
ha…” sekansı bana gerçek gibi gelmiyor. Haz da almıyorum lan zaten! He! Bazen güzel
mi? –Evet, güzel..-Bazen oluyor… Ama
benim gibi rock müptezeline gelmez bu işler… Biz hala üzgün, hala çok kızgınız
bebeğim. Ben gitar riflerini, ritimlerini duyacağım, inişleri çıkışları ahengi
bulacağım.. baterinin coşkunluğunu, her şeyi önemsizleştirdiğini,kırıp
döktüğünü göreceğim.. vokalin çaresizliğini-öfkesini hissedeceğim.. Sen dersen ki tüm sesleri içime alıyorum,
hepsi benim belleğimde.. ben de sana o zaman türk filmlerindeki efsane repliği
söylerim “bedenimi alabilirsin ama ruhumu asla” Her ambiyansı yaratırmış bu
elektronik müzik.. Eğilimliymiş!.. Müziğin orospusu hadi ordan! Ruhun nerede
senin…
Yine de tüm eleştirilere rağmen elektronik müzik yerini bulacak, taraftarı ve seveniyle yoluna
devam edecektir tabiiki. Bundan şüphem yok. Kendi içinde de değişecek:
tarzlarını yaratacaktır (ki hali hazırda bunu hemen yapmaya başlamıştır yapısı
gereği: ne de olsa beslendiği, taklit ettiği “müzik”tir. Bunu da paradoks
haline getiren, sanrılaştıran, elektronik yapının iğrenç gizemidir).
Neyse…
Asıl mesele bu değildi zaten. Küçük bir şey paylaşacaktım
sizlerle..
Tamam.. uzatmıyorum daha fazla..
Gelgelelim uzun zamandır yeni dinlediğim parçalar arasında
beni bu kadar heyecanlandıran çıkmamıştı. Bir rock sever olarak eskilere
gitmeyi, keşfetmeyi-öğrenmeyi (yeniye olan umutsuzluktan) deniyordum son
yıllarda. Bir şarkıyla karşılaştım ve güzel geldi. Hem de bu zamanda, bu
kuşaktan… Eskilere, 60’ların 70’lerin ingiliz, amerikan rock gruplarına selamları
çakmışlar.
Hepsi bu!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder